Thursday 31 December 2009

J'Veux Ton Amour, Et Je Veux Ton Revenge

Önceden söyliyim, Lady Gaga'ya adıyorum bu postumu. Post kelimesini türkçe contextle kullanınca çok garip oluyor ayrıca. (context i de araya çok şık sıkıştırdım.)

Bir kere sonradan sevdiğim şeylere yaptığım gibi ilk önce itin götüne sokup sonra "aslında iyiymiş" durumu yaşadım Lady Gaga'da da. Sadece şöyle savunabilirim kendimi, müziğine lafım yok, ama kendisi gerçekten çok dandik.

Bir de hiç anlamadığım bir şey var. Sahne şovları mükemmel. YA NESİ MÜKEMMEL YA ? Abi siz deprem olsa sahne üstünüze yıkılse konser alanında orgazm mı olucaksınız ooOEOAAAHH ŞOVA BAK ! diye ?

Gerçekten anlamıyorum. Kaynakçı gibi kıvılcımlar fışkırınca, disko topunu kıyafet olarak giyen bir kadın epilepsi krizi geçiriyorcasına titreyince mükemmel sahne şovu mu oluyor ?

İzlemeden de bok atıyor değilim üstelik, üşenmedim açtım izledim. Açıp izlemedim, ama spor salonunda mtv açık, o da bok varmış gibi sürekli bir Lady Gaga konseri gösteriyor.

Hareketlerin anlamı yok. 60larda Glam Rock yapan bir ERKEK topluluğu olmadığı için yaptığı makyaj da ilgimi çekmiyor. Kadınsın zaten, ne kadar GLAM diye kıçını yırtsan (ki dürüst oliyim, şüpheliyim kendisinin öyle bir takıntısı olduğundan) bana en fazla sara krizi geçiren plastik bir kutu gibi görünüyorsun.




Ha bu kadar şeyi söyledim, şu an ne çalıyor, Bad Romance. Evet şarkıların güzel, hemde Paparazzi'de Alexander Skarsgard'la öpüşüp sevişiyorsun. Belki de bundan nefret ediyorum senden, olabilir.

Monday 28 December 2009

Bad Things


Şarkıyı aklımdan çıkaramıyorum. Gerçekten bütün gün aklımda, arka planda "I don't know what you've done to me, but before the night is through, I wanna do bad things with you" diye geziyorum.

Yok böyle bir güzellik ayrıca. Yani bir dizinin insanları bu kadar yakışıklı olmasın. Alan Ball iyi valla, hani dizi ÇOK güzel, bir şey demiyorum da, çok dandik olsa da bu kadroyla izlenir zaten be, çirkin erkek yok. http://www.chicagonow.com/blogs/show-patrol/2009/12/shirtless-men-of-the-week-true-blood-hunks.html inanmıyorsanız bakın hatta.

Eric Northman, Sookie Stackhouse'a öyle hayranlıkla bakabiliyorsan, sana numaramı bırakayım, tanışalım.

Bir kere hiç unutmuyorum, hatta unutamıyorum, ben yine bu şekilde dizi film karakterlerine ilan-ı aşk ederken sevgili annem dayanamayıp "ya sen bu insanların gerçek olmadığının farkındasın di mi" demişti. Yani baya koydu. Hadi dışardan gören komple embesil diyebilir tamam da, 19 yıldır geri olmadığımı öz annem anlayamadıysa, o zaman etrafımdakileri suçlamamak lazım. Evet anne, biliyorum.

Bari ocak gelse de Skins başlasa. True Blood'a zaten yıllar var. Ayrıca neden şu an msnde kimse yok abi. Orda kimse olmadığı için bloggerı kitliyorum. Gerçi çok da skimde değil şu an da neyse.

Neyse evet özet olarak, Eric Northman, I wanna do bad things with you.

123 Not Only You & Me

Evet, kalitem bu kadardı, Family Guy'dan Britney Spears şarkılarına döndüm. Evet itiraf ediyorum bu şarkıyı seviyorum, hatta utanmadan Bad Romance'i de dinliyorum. Neyse zaten benim sorunum kadının kendisiyle, şarkılarıyla değil.

Facebookta aklıma gelen her şeyin faniyim şu an. sdkfjs zamanı gelmişti, ne de olsa bu kadar dayandım. Ya benim evde tıkılı kalmamam lazım, gerçekten. Evde oturduğum sürece yemediğim zamanların acısını çıkarıyorum. İşte hep söylerlerdi, ye evladım sonra kötü olur falan diye, kısmet bugüneymialşiosdjf. Evet. Yani bahane bulmuyorum da, gerçekten chain of events modunda bin tane şey oldu. Bir düzene girsem, spor yapsam tekrar falan. Lanet olası dişimi halletsem. Çok kötü ya. Kanal tedavisinin yarısında bıraktım ve gitmedim dişçiye resmen sik gibi. Dişimde şu an PAMUK var. Şaka değil, bildiğin pambuk. ÖF.

Ayrıca ne kadar online platform varsa şu an üye olduğum, hepsinde resmimi değiştirmek istiyorum. Ahasjld. Belirli bir süreye kadar götüm yemeyecek muhtemelen de, istemiyor değilim.

Damağımı çizdim ayrıca. Nası başardım bilmiyorum ama inanılmaz acıyor. Ve yarın okula gitmem lazım. Yani gerçekten şu an kocaeli gibi allahın siktir ettiği bir yere o kadar gitmek istemiyorum ki. eminim yarın olunca daha da az gitmek istiycem. Sırtımda da laptop olucak.

Ayrıca bunu okuyan insanlarda beni ne kadar iğrenç biri olarak görüyodur be. Gerçi bunu okuyan olduğundan ciddi şüphelerim var, ama olsun. Yazmak güzel.

Bir saat öncesine kadar ölümcül uykum vardı, şu anda da sabaha kadar oturasım var. Ev deli sıcak. Camım açık ve hava esmiyor. Diziler arada, adam gibi dizi yok, ve True Blood'ı üçüncü kez baştan sona izlemekten korkuyorum. Hoş kitapları duruyor şu an halen, onlara bir başlasam gerisi gelir muhtemelen.

O kadar anlamsız oldu ki bu postta. Yani, normalde hayatın sırlarını açıklamıyorum evet de, bu da ekstra anlamsız oldu sanki. Neyse napalım.

Sunday 27 December 2009

This Calls For a Victory Tune !

Evet family guy başlıklarıma geri döndüm. Ne kadar uzun zamandır yazmamışım buraya ayrıca. Neyse, sınavlarım vardı. Neden bunu yapıyorum bilmiyorum ama bir şey birazcık bile zorunluluk haline, hatta zorunluluk değil, rutin diyelim, geldiği anda inanılmaz derecede itici geliyor ve bırakıyorum.

Her insan öle embesil demeyin, bende biraz ekstra. Üç beş istisna çok sevdiğim kişi dışında insanlarla bile böyle. Tez görüşmek sık ayrılık getirir falan gibi salak atasözlerindeki gibi değil durum. Neyse çok sıkılganım herhalde. Sabırlı hiç değilim. ADD hastaları gibi bişeyin ortasında AAAAAAA diye başka şeylere de kayabilirim. Ama hayır ADD'im yok, gerizekalı da değilim.

Evet neyse ne alaka bunları yazdım bilmiyorum. Blogger'ın bir tek şeyi beni sinir ediyor, post yazarkenki formatı. Yani blogunu o kadar şık yapıyorsun, ama gel gör ki bu sikimtrak bej yere yazmak zorundasın. Ben gördüğüm bloga yazmak istiyorum kardeşim. What's up with that ?

Facebooka bakarken farkettim, bence facebook eski heycanını kaybetti. Yani ben zaten yediyüz vidyoyu newsfeedimde gördüğüm anda içim fena oluyor da, artık farkettim ki resimler falan da baydı. Belki insanın stalk edicek biri olmayınca böyle oluyordur. Bir gün sıkılıp "fan page" olayına giricem, ne kadar sevdiğim şey varsa mal gibi ekliycem hepsini, kendimi daha güzel ifade edicemlsafjhdslg.

O değil de, True Blood'a daha çok var ya. Onu napıcaz hiç bilmiyorum. Hasta derecede bağlandım diziye. Amazondan dvd siparişini verdim, thank god remzi kitapları getirmiş, tabi Twilight varya şimdi, vampirli olan her şey satışlarda tavan yaptığı için muhtemelen bunları da getirmişler.

Yazımı falan da çok daha güzel Twilight'ın o sik gibi uslubundan. Hepsini hemen okumak istiyorum.

Hot One çalmaya başladı. Velvet Goldmine'ı daha ne kadar sevebilirim bilmiyorum. Brian Slade gerçek olsun, sonra da Türkiye'ye gelsin. Ama o zaman da muhtemelen çekemezdim. Sevdiğim şeyleri paylaşabildiğim insan sayısı 3 falan sanırım. Ha paylaşmıyorum da sanki noluyor, zaten paylaşıp paylaşmamak benim elimde mi gibi mantıklı sorulara ise verebileceğim tek cevap fak yu.

Of lanet olsun O KADAR UYKUM VAR Kİ. Ve akşam yemeğe çıkıyoruz. Sokayım yani, evde oturucak olsam asla uykum olmaz, ve şu an bilgisayarın başında zor duruyorum. Ama hazırlanmaya başlamam lazım. Adeta cenabet ötesi. Özlemişim ama yazmayı, güzel.

Sunday 29 November 2009

Long Time No See.

Uzun zamandır yazmamışım. Sürekli bir yazma fikri var aklımda da denk gelmedi bir türlü. Neyse, inanılmaz derecede True Blood obsessionı yaşıyorum şu an. Bir yerden sonra bölümler öyle yerlerde bitmeye başlıyor ki, devamlı izlemek zorunda kalıyorum. Ve hayatımda bu kadar güzel introsu olan çok az dizi izledim. Dexter izlemememe rağmen introsuna cok saygı duymuşumdur, True Blood'a taptım. Tek sorun Anna Paquin işte. Ama onu kapatacak bir Stephen Moyer, bir Ryan var neyse ki.


Family Guy'ı çok merak ediyorum, önceden okuyup beklediğim bir bölüm. Bir de önceki bölümü O KADAR sevmiştim ki, sekizinci sezonun ilk 2sine rahat girer, hatta 7nin de ilk ikisine girerdi muhtemelen. Family Gay'in yerini ayırısak. Hala aynı sahneleri izleyip gerizekalı gibi gülebildiğim tek dizi muhtemelen. Keşke DVDleri otistik gibi yarım yarım yayınlamasalar. Box set alıcam, hangisini alsam karar veremiyorum. Ne de olsa devam ediyor, ve bir sonra çıkan box seti de almak isticem o zaman. Sezon sezon toplamak da cazip gelmiyor. O kutuyu istiyorum üstünde bütün aile üyeleriyle.


Ayrıca dün Naz Elmas'la konuştum. ÇOK beğendiğim biri olduğu için benim için önemliydi doğal olarak, ve hakikaten çok güzel ya. Güzel yani. Leighton Meester'ın kemikleri olanı gibi. Artık hayatımın sonuna kadar caddede takılmaya karar verdim. 2 kere gördüm kendisini orda, birinde yalnızdı, konuştuğumda annesiyleydi. Suadiye Starbucksta kamp kurabilirim. İşte düşün mesela, sen burda Naz Elması falan görebiliyorsun local yerlerde, elin herifi Finlandiya'da Ville'yi görüyor. Yani adaletine sıçayım dünya. Neyse, en azından Naz Elmas'la karşılaştım, Bülent Ersoy'da olabilirdi. Ama çok kararlıyım, Finlandiya'ya gidip Tavastia'da beklemem lazım. Denemekten ne gibi bir zarar gelebilir, evini de biliyorum, olmazsa evinde beklerim. Tabii hiç bir işimin gücümün olmadığı ve mütemadiyen para sıçtığım bu senaryoda ailem de sorun yaratabilir. Olsun, azmin elinden bir şeyin kurtulmayacağına inananlardan olarak denemekte fayda var. Ne de olsa dünyaya bir kere geliyorsun. So drown in my love. Evet.

Ewan McGregor'un sesi NE KADAR GÜZEL olabilir. Gerçekten albüm çıkarması gerken oyuncu. Özür dilerim ama Leighton Meester'ın çok önünde en azından. Hatta çoğu albümü olan şarkıcının da önünde de neyse.


Sims 3 Word Adventures aldım. Yüklemeden önce çok paniktim, çünkü malum her yükleyen sorun yaşadığı için. Ama korkunun ecele faydası yok diye yükledim, thank god thank god thank god oynayabilen şanslı azınlıktayım. Ama daha oynama fırsatı bulamadım, her seferinde evden çıkıyor oluyoruz.


Evden çıkmak derken, son bir iki günün nasıl geçtiğine inanamıyorum. Şöyle ki, babamın evde olması ve ailece bir şey yapmak son zamanlarda o kadar büyük bir sorun haline geldi ki. Ki hadi %70'i benim uyuzluğum olsun. Neyse, son bir iki günümüz baya iyiydi, knock on wood. Kavga dövüş olmadan bu kadar zamanı bir arada dışarda geçirmek bir başarı. Annemle hayatımın sonuna kadar dışarı çıkabilirim sanırım, dükkanlara bakıp bir yerde (ne starbucks mı, evet) kahve içebilirim. Ama bunlara babam dahil olunca doğal olarak garip oluyor. Ki kız olarak da ona hak veriyorum aslında, yani bende gidip kadın kıyafetlerine saatlerle bakmak istemezdim. Haksızlık ediyorum, sesini çıkarmıyor bi de adam. Ayrıca burası da özür mektubu gibi bir şey oldu şu an. Ölürsem bu blogu bulup mutlu olabilir. De bu paragrafı bitirsem ne güzel olacak. Hatta postu da bitirsem, boku çıktı. Evet. I remember specifically what we were doing.

Tuesday 17 November 2009

A Little Pain

Giyinip çıkmam lazım, fakat başaramıyorum. Dün bütün gece uyumamamdan kaynaklanabilir. Neden ve nasıl olduğuna hiç giresim yok, sadece acılıydı. (Hayır tecavüze uğramadım) Dişim ile ilgili sorunlarım var diyelim. Sadece biri. Bir küçük diş. Neyse.

Laptoptan sıkıldığım zamanlar, oldskool bir şekilde ipodla uyumaya çalıştım, hoş ipod oldskool olmuyor pek, daha çok walkman ya da discman falan lazım. Yarı japonca yarı ingilizce şarkılar dinlemekten birazcık kafam bulansa da it's worth it.

Olivia Lufkin'e aşık oldum bence, ya da gece gece o kadar ağrının arasında melek gibi geldi bilmiyorum. Youtube'a yazınca çıkıyor, burayı okuyup bakmayan varsa baksın. Ayrıca anime izleye izleye gerçekten bir yere kadar basit cümleler öğreniliyor, çok eğlenceli. Sanırım okulda zaman geçirmemek için ekstra uğraş sarfetmeseydim bu kadar, Japonca alırdım. Ama gerçekten o kampüste şu an fazladan geçirdiğim bir saat acı veriyor. Yalnızsam iki katı. Ben mi gözümde büyütüyorum bilmiyorum ama zannetmiyorum. Bütün gününü lablerde geçirip bundan zevk alan insanlar için kampüs hayatı mükemmel olabilir, ya da her dakika içip sıçan yurdu ahır olarak kullanan insanlar için de eğlenceli geçebilir. Ha bir de evinden tiksinen falan varsa sanırım yurtta rahat edebilir. Ama şöyle bir olay da var ki ben odamı evimi seviyorum kardeşim. Ama gel gör ki okul ebesinin amında. Sevgili Sabancı, ne düşünüyordun okulu yaparken ? Okkkkadar uzak bir yere yapalım ki yurdu olmayanlar hep sürünsün mü dedin ? Uzay üssü gibi yapmışsın onu oraya. Yanımızda BetonSA ve deri fabrikası var. O rüzgar belirli bir yönde esince okulda sanki 40-50 manda sıçmış, sonra da ölüp çürümüşler gibi bir koku oluşuyor. Bok ve ceset. Şaka yapmıyorum ya da abartmıyorum. Burnum yanıyor, o derece iğrenç bir koku.

Ama tabii benim çok bir şey söylemeye hakkım yok, ağzımı açarsam "TÜRKİYENİNENİYİOKULLARINDANBİRİNDESİNNASILLAFSÖYLERSİNBLABLABLA" demeye başlıyor biri. Hiç çekemem. Tartışmaları avoid edebilmek için elimden geleni yapıyorum okul konusunda. Ama hiç gitmemiş, hiç bilmeyen insanların bu derece ahkam kesebilmelerine de hayranım. Hep düstur edinmişimdir, bilmiyorsan sus. Sus canım. Bak ben Japonca biliyor muyum ? Bilmiyorum. O yüzden gidip bir japona japonca öğretmeye çalışmam. Di mi.

Giyinmem lazım. Gerçekten lazım yani, acaba hava nasıl. Acaba laptop çantası mı alsam, yoksa sadece internet kablosu alıp elimde mi taşısam. Acaba sonsuza kadar burda mı otursam. Resmen istemiyorum. Yarın 22.15'e kadar okuldayım. Sabah 8'de evden çıkıyorum. 9.30 da dersim başlıyor. Sonra 19.30 da bitiyor, 19.30-21.30 arası sınavım var. Adeta bir şaka. Adeta komik.

I'm here waiting for you Ima to wa chigau mirai ga atte mo. Hahahah evet ben yazdım bunu copy paste değil. löskjflsdf artık japonca bildiğimi var sayıyorum.

Neyse. Bugün dişçiye gitmem lazım. Yani şu an hiç bir skim yapmadan otursam şöyle ne güzel olacak. 11.40 olmuş saat. 20-25 dakikaya çıkmam lazım. Neyse, yol boyunca japonca şarkılar dinlemeye devam edebilirim en azından.

Sunday 15 November 2009

Love's Violent Tune, From Me To You

Notice a new pattern ? Nice. Moving on ;

Normalde hiç rüya görmem, fakat ard arda üç gecedir gördüğüm rüyalar o kadar saçma ve komik ki, ister istemez yazasım geliyor. Dün gece Brian Molko'nun dağ evine konuk olduk. Aalksjhdsa şaka yapmıyorum. Ama yanlış anlaşılmasın, aile ortamı var. Brian'ın karısı, çocuğu falan. Tanıştırıyor beni, benim de yanımda birileri var da, ailem mi değil mi çıkaramıyorum. Ben asistan gibi biriyim zannedersem, ama o kadar kankaya bağlamışız ki, rahat güzel bir muhabbet sohbet ortamı var. Evet dağ evindeyiz. Öyle sakince bir ortamdı, bir iki bir şey daha gördüm ama highlightı Brian'a veriyorum.

Gökyüzüne bakarken bazen şeyi düşünürüm, hani romantik filmlerde "I thought everything would be okay, as long as we looked up at the same sky.." gibi şeyler söylerler. Gerçekten isterdim o derece mide bulandırıcı romantik bir ilişki yaşamak. But I'm afraid I'm much too sarcastic for that. Chandler gibi biri olurdum herhalde, garip olurdu. Chandler demişken, okulda Chandler olan bir çocuk var. Yani tip, ifade, tarz, her şey aynı. Neyse. Bugün aslında bir şeyler hissetmem gerekirdi sanırım, hiçbir şey hissetmiyorum. O kadar sevdim, o kadar saçmaladım, ama yok.

İyi mi kötü mü bilmiyorum, takılıp kalmamak açısından bir gelişme olsa gerek. Hoş, üstünden yıllar geçmiş, artık bu takılmak değilse nedir bilmiyorum da. Çok garip çünkü seni özlemiyorum. Görmeyi konuşmayı, bakmayı falan değil. Seni sevdiğim zamanı özlerim eğer özlersem. Çok şartsız çok koşulsuzdu. Şu an birini öyle sevmem değil zor, imkansız gibi geliyor. Tabii zamanla ne olur ne biter bilemem, ama sanki asla o kadar boş ve salakça sevemezmişim birini gibi geliyor. Bir yerde kendime önem veririm sanırım. Çok alakasız biriyle konuşmuştum taa lise bire mi ne giderken. Telefonda sevgilisiyle ayrılıyordu, başka birini sevdiği için, onunla çıkmaya başlayacakmış vesaire. Bende hayranlıkla " Nası bu kadar rahat olabiliyorsun, çok az bile üzülmedin mi be" tarzı şeyler söylüyordum. Kız baktı baktı "Ya bak biri ağzına öyle bir sıçıyor ki, ondan sonra böyle oluyorsun" demişti. Bende o zaman saf bir şekilde içimden yok ama ya falan diyordum. Kız haklıymış.

İşin komiği kimse öyle kasıtlı olarak ağzıma falan da sıçmadı. Self destructive bir yapım var, ben kendi ağzıma sıçmayı seviyorum. Kanye gibi olacağım artık. Th-tha-that don't kill me, can only make me stronger. aösjdhasf seviyorum seni Kanye. Hatta, Kanye you're an arrogant ass but I love you. VMA'lerdeki Taylor Swift olayına üzülmeyen 3 kişiden biriyim sanırım. Gayet komikti.

Neyse nasıl başladım nerelere geldim. Duygusal olmalıydın entry, başlığın bile güzeldi. Kanye West'e geldik. Belki de gerçekten çok daha iyi böylesi. Şifrelerimi değiştirmek istiyorum, hala aynı tarih var bazılarında. Söylediğimde falan insanlar bu nedir dediklerinde embesil gibi hissediyorum. Hiiiç, tarih. Hadi ya ? Gerçekten mi ?

Neyse, its amazing, so amazing o zaman.

Friday 13 November 2009

Your Love Is The Only Thing I Live For In This World.

Family Guy başlıklarıyla olan ilişkim buraya kadarmış sanırım. Çok anlamsız bir post olacak bu, baştan söylemek istiyorum. 14 yaşında bir teenagerın ruh haline sahibim şu an. Overly emotional, hopelessly romantic, dangerously obsessive, and deathly platonic.

Eskiden az çok tanıyan insanlar -bunu niye söylüyorum bilmiyorum. Burayı kim okuyor, hatta okuyan var mı bilmiyorum. Ama sanırım masalcı dede formatı default olarak geliyor blog'a yazarken. İlerde kendim okurum muhtemelen. Zaten kim için yazıyorum ki?-
H.I.M. sevdiğimi bilirdi. O zamanlar zaten inanılmaz bir zevklerini insanların gözüne sokma çabası, kendini tanımlama, insanlara gösterme isteği. Bak senden farklıyım, bunları seviyorum ben diye bağırarak insanlara kendini kabul ettirmek falan. Kabul ediyim, asla extremely cool, refrained bir cocuk olmadım. Bazı insanlar vardır, o kadar karizmatiklerdir ki, zevklerini, sevdikleri şeyleri sen bilmek istersin zaten. Asla sevdiği grubun rozetini takmaz. Herhangi bir online sitede profili yoktur, önemsizdir onun için. Herneyse, ben öyle biri olmadım. Seviyorsam patch'ini alıp çantama dikerim. En azından o zaman. Şimdi zaten o dönemleri thankfully geride bıraktığım yaşa geldim. Farklı problemler var tabii, fakat düşününce o zaman da zormuş.

Neden bu kadar alakasız ve uzun bir intro yazdım bilmiyorum. Belki de sınava çalışmamı geciktiriyorum aklımca. Yok ama yok, biliyorum, içimdeki 14 yaş geri geldi bir an, bende yazmaya başladım.


Nerden nereye. Müzik zevk falan diyordum evet. H.I.M. dedim. Daha demin iTunes çaldı sağolsun, karşımda kocaman bir Ville posteri var (odamdakilerde eskilerden kalma, asla çıkaramam ama. Gelen teyzeler bazen garip garip bakınca çok gülüyorum içten içe. Onun dışında seviyorum da.)

Ne zaman nasıl tanıştım bilmiyorum, hatırlamıyorum. Manyak gibi İLKBULANBENDİMDÜNYADAOLUM da demiyorum. Ama dinlemeye başladığımda inanılmaz mainstream değillerdi daha. (piyasa demek istemiyorum, nefret ediyorum o tabirden) Mainstream olduktan sonra da sevmeyi ya da dinlemeyi bırakmadım zaten. Daha çok sevmeye başladım dinledikçe, o zamanlar internet yoktu diyemiyorum tabii :D ama Blue Jean falan vardı -hala var gerçi de, dediğim gibi ben biraz atlattım- sinir olurdum onlar dergide çıkınca. Her, her ve her dişi fan (fangirl'de demek istemiyorum. Takumi'nin fangirl'ü olabilirim, Ville'nin değil.)ve 14 yaşında müzik zevki kendine göre az çok olan teenager gibi, bende sevdiğim grubu başkaları sevmesin, en çok ben seveyim, en iyi ben bileyim istiyorum. Ama aynı zamanda sevenleri gördükçe konuşmak istiyorum, şarkı dinletmek istiyorum, paylaşmak istiyorum falan. Neyse işte, Kadıköyü falan yeni yeni keşftmeye başladığım zamanlar (oha demeyin, 13-14 yaşında öğrenmedim heralde Kadıköyü, sadece cool ve alternatif (gothic ya da benzeri şeyler diyemiyorum kendime kusura bakmayın) olduğum için pasajlarında falan takılmaya başladım anlamında ) single falan gelir mi diye beklediğim zamanlar (olsaydı burada mükemmel bir nah işareti efekti yapardım kendime) sen nerde ne arıyosun yavrum, ne single'ı ne bootlegleri ? İnternetten falan okuyorum ya, burada da inanılmaz bir cevher bulacağım inancındayım. Ama evet bulabildiğim tek şey ısrarla albümlerdi. Hatta hiç unutmam, dükkanın birindeki bir amca bana ilk albümü ısrarla demo diye yedirmeye çalışmıştı. Evet amca isimleri benziyor da, içindeki şarkılar farklı, biliyo musun. Neyse.

Yurt dışına gittim o sene, sömestr olması lazım, kıştı çünkü. Ya da kasım tatili falan, o tarz birşey. Londra. Hayvanlar gibi Virgin Store'lar, HMV ler. Single'lar var, bootleg bile var. Ne kadar sevinmiştim. Aklımda bütün albümleri, single'ları, bootlegleri falan toplarsam dünyada en çok sevenin ben olucağıma inanıyordum. Sonra yok konserler indirme, internetten merchandise sipariş etme, ebaylerde takılma falan. İlk platonik aşk. Yaşamayan kız var mıdır bilmiyorum. Hayatımda Ville kadar güzel birşey görmemiştim, (hala da kıyaslayacak bir şey bulamıyorum) ses zaten beni aşık olayım olmayayım çok etkileyen bir faktördür. Birinin sesi beni etkilerse o kişi de etkiler. Kadın erkek çocuk yaşlı. Etkiler derken aşık olurum demek istemiyorum, hayran olurum diyelim. Kadın erkek çocuk yaşlı dedikten sonra aşık olurum demek hoş değil :D.


Zaten obsessive bir yapım vardır, giderek büyüdü işte. O kadar seviyorum ki, Finlandiyaya gidip evinin önünde beklemeyi falan planlıyorum. Ama istemiyorum da aslında hiç tanışmak. Konsere gelseler (h2000 den bahsetmiyorum) gitmezdim hatta muhtemelen. Konsere gidip en önlerde çığlıklar atan milyon tane kızdan biri olamazdım. Öleydi o zaman benim için. Ve eminim benim gibi düşünen insanlar da vardı bir sürü. Tabii bunu o zaman kabullenmek kolay değil. Hatta hiç kabullenmedim bile zaten. İmza alma düşüncesi benim için aşağılama, hakaret gibiydi. Ne yani, imza alıp ne yapıcam diye düşünürdüm. Hayatımda bir kere görüp imza almak asla yetmeyecek gibi gelirdi. Ne yapacaksak artık. Nişanlandı etti, ayrılırlar dedim, ayrıldılar. Bunları böyle yazıyorum ya, bunlar hayatımda o kadar önemliydi ki o zaman. Ha ama şunu belirtmek isterim, asla gerizekalı değildim. Yani, bir ünlüye aşık olup evlenme hayalleri kurmadım asla. Gerçekçiydim, belki de o yüzden daha kötüydü. Fakat sesini bu kadar içimde hissettiğim bir insan evladı daha çıkmadı karşıma. Salak salak insanları görürdüm, "ay şarkı sözlerini bana yazmış gibi, beni anlıyooaea" falan diyen. O kadar da salak değildim. Evet bana yazdılmadıklarının farkındaydım, beni anlıyor kadar sığ bir yaklaşıma hiç girmedim zaten. Beni anlıyor ne lan. Senin hissedebilme kapasiten nedir ki seni kim anlamasın. (İçimde hala bir fevrilik var evet)

Neyse, bu zamana kadar geldik işte. Büyüdüm. Gerçek hayattaki herhangi bir ilişkiyle karıştırmayacak kadar bilinçliydim her zaman. Ayrıydı benim için. Konuştuğum tanıştığım insanlarla bir alakası yoktu, hala da yok. Ama hala işte böyle iTunes şerefsizlik yapıp en damardan şarkıları çaldığı zaman hissediyorum 14 yaşındaki kendimi. O kadar sevmek ki ölümüne sahiplenmek. Beni sevsin değil, benim OLSUN. Sadece benim. Gerçek sevginin "o mutlu olsun, bende olurum" tarzında olduğunu iddia eden insanlardan olmadım hiç, katılmadım da. Sevgi var, sevgi var. Çocuğunun mutlu olması seni de mutlu eder evet, ama aşık olduğun insan bir başkasıyla mutlu olacaksa, ikimizde ölelim tercih ederim. Bencillik belki de, evet, ama benim için aşk zaten bencilce bir duygu. Koşulsuz evet, karşılık beklemeden evet, ama bencil. Sadece ve sadece ben. Öyle benim için. "My heart can stop only for you my darling, you gotta believe me". Sen o şekilde, you gotta believe me dedikten sonra herşeyim durabilir senin için sevgili Ville.


Evet, sonuna geldim sanırım. Artık bitirip gerçekliğe dönmem lazım. Sınavıma çalışmam lazım. Arada bir iyi geliyor ama obsesyonumu dökmek. Güzelmiş, aferim blog.

Ha çok son olarak, H.I.M. sözlerini çok cheesy bulan insanlara zaman zaman katılmakla beraber aslında cheesy şeylerin kimilerine göre inanılmaz içten ve raw olduğunu da söylemek isterim.

Thursday 12 November 2009

Bonerific.

That's not even a word. Bir ara bırakmam lazım Family Guy başlıklarıyla başlamayı. Neyse bi dahaki sefere. Artık internette girebiliceğim her çeşit sayfayı sömürdükten sonra blog'a geldi sıra. CS dersindeyim, ve sanırım birazdan kefen vericekler dersin sonunda. Yanımdaki kız zaten 1 saat kadar önce öldü, diğer çocuklar da geldikleri andan itibaren zaten herhangi bir yaşam belirtisi göstermiyorlardı.

Artık bende onlardan biriyim. 2 saattir yeni proje açıyorum diyen asistanımıza bakıyorum boş boş. Anlattıkları hakkında başta fikirlerim vardı, ama öldükten sonra dinlemeyi bıraktım.

----

Evet devamını bile getiremedim o gün. O kadar kötüydü. Neyse en azından bitti. Thank god şu an evimdeyim. Yarın midtermum var, bende nedense en ufak bir istek veya eğilim yok çalışmaya dogru. Son 2 gündür inanılmaz acayip rüyalar görüyorum. Kabus değil ama, anlamsız sadece, dün Brad Pitt vardı mesela. Biriyle evlenmesi gerekiyormuş, ama ondan önce sırayla herkesle çıkıyordu bir günlüğüne, sevap işler gibi. (Bak çok ciddiyim. Çok ciddiyim ahahahah) Neyse, sonrasında biz gerçekten aşık oluyorduk, ama ben bigger person olarak "hayır hayır olmaz, evlenmen lazım everything is arrenged.." moduna giriyorum. Ağlıyoruz ediyoruz, bak istediğin an kapındayım diyor (alter egom diye bir şey yok. alter yok. ben yokum. EGOM VAR.)

Neyse, uyandım tabii. Komik bir şey daha belirteyim, Brad Pitt gerçek hayatta gelse aramızda bir şey olmazdı. Eskiden beri çekici bulmadığım insandır, hala da bulmuyorum. Ama görüyosun, istediğim an kapımda. alskjdad ay yarabbim. neyse.

O değil de, twitter ya. Tanımadığım insanlardan response alınca çok seviniyorum. Yok böyle bir şey, ingiltereden ordan burdan garip garip insanlar cevap atınca "ohae ne alaka" falan diyorum ilk başta, sonra cevap atıyorum, cevap geliyor falan.

Yazarken o kadar çok "falan" dediğimin farkında değildim şu son paragrafa kadar, fakat embesil gibi yazdığımı farkettim. Normalde böyle biri değilim. 3 kelimemden 2si falan değil. Cidden.

Kısacası back to topic, twitter o kadar laf ettim sana ilk çıktığında, ama o kadar da kötü değilmişsin.

Ayrıca bir şey daha geldi aklıma, çok followerı olan bloglara kişisel olarak çok tanımıyorsanız yorum bırakmak çok intimidating değil mi ? Yani ben sosyal açıdan çok özürlü olabilirim, ama bence çok korkunç. Yani sanki bir şeyler yazsam gerçekten tanıyan eden insanlar benim arkamdan "bu kim lan ne alaka mal" diyecek gibi hissediyorum. Rüyadaki egodan eser yok. Nerdesin ? Rüyamda işe yarayacağına gerçekte biraz göstersen kendini bi el atsan hiç fena olmayacak.

Sunday 8 November 2009

Evet, saçma space'imdeki yazıları da geçirdim, içim rahatladı. Seninle ilişkimi kesebilirim artık windows live space. Sempatiksin blogspot, seviyorum seni içten içe.

Old Archive - Sort of.

November 08
I Did Not Care For The Godfather
Hayır, severim. Sadece aklıma gelen ilk Family Guy cümlesiydi şu an. Ve daha ne kadar süre boyunca buraya yazmaya devam edicem, daha ne kadar üşenebilirim, ve could I be more off topic atm.

mars, reporting after having read the dear side story ; JUST GET IT ON ALREADY.

What you are, is that you are lucky. What you are to him, is a big question mark for me too dear bimbo.


November 01
I Love Too Much. Embrace The Fear.
Family Guy izlemeyen insanlar için ne kadar anlamsız başlıklarım var. Bunu düşündüm. Neyse. Naruto döneminden sonra uzunca anime izlememişken hayatıma "Nana" girdi. Konusundan osundan busundan bahsedicek halim yok şu anda da, gelmek istediğim konu, artık anime karakterlerine aşık olmayı bırakmam lazım.

Mesela ne güzel olur di mi ? Hayır, gerçek hayatta bulunamayacak kadar mükemmel insanlar olurlar, prince charming gibi, o zaman anlarım. Yani, evet gerçek hayatta asla böyle biri olamaz deyip aşık olmak. Edward Cullen gibi işte. Mü-kem-mel. Edward Cullen'a aşık olan insanları çok rahat anlayabilirim. Ama Edward Cullen'a aşık olamam. Onun yerine ya duygusal açıdan çay kaşığından daha gelişmiş olmayan, hayattaki tek isteği intikam haline gelmiş, takıntılı karakterleri, ya da tam anlamıyla bildiğin aldatan, işini ön planda tutan, kendisini sevenlere önem vermeyen, bulduğu fırsatlarda da muhtemelen karısını aldatıcak karakterleri seviyorum.

Yani ikisi de çok spesifik oldu, ama karşıma çıkan iki örnek bunlar şu an. Ouran'dan bahsetmek istemem, muhtemelen Ouran'daki herkes zaten aşık olunsun diye yaratılmış. Hemde there's genuine brotherly love.

Ama gerçekten, gerçek hayatta birini bulmak bu kadar zorken, gidip de anime karakterlerine aşık olmak daha mı iyi daha mı kötü bilemedim. Daha convenient, orası kesin, ama işte sonra ?

I love too much. Ahahahah, anlıyorum seni Peter.

O kadar çok japonca şarkı dinledim ki geçtiğimiz 4 gündür, başka birşey dinleyemiyorum şu an. Yani eskiden ölsem inanmazdım heralde. Bir iki sene önce "cheesy" diye tabir ettiğim şeyleri dinliyorum şu an resmen. Neyse ki bunun farkında olan benden başka çok insan yok sanırım :D. Ya bu smiley çok kötü. Yani msn'de yapınca o yavşak gülen suratın çıkmasına çok alıştığım için artık onla özdeşleştirmişim. Ama normal ortamda yapınca çok absürt bişi oluyo, yani benim demek istediğim bu değil demek istiyorum. Yani bu itici :D. Bu ne ya.

Mangasını bile okumaya başladığıma göre fanfictionlarına da bakmam lazım, güzellerini araştırmam lazım. Hatırlıyorum da narutoyu ciddi ciddi izlerken bir ara yine fanfic bakmaya başlamıştım işte, allahım ne kadar ucuz, ne kadar iğrenç şeyler var. Yani sick minds diil, ugly minds. Yani bunu mu düşündün demek istiyorum, hatta bunu düşündün, ve bunu sevdin mi ? Ama yine de hayatımda tekrar tekrar okuduğum fanfici de narutoda bulmuştum. Hatta aklıma gelmişken bulsam da tekrar okusam onu.

Yağmur durdu. How could this have happened ? How. Biliyorum çok bencilce ama çok seviyorum yağmuru. Ve devam etmesini istiyorum gerçekten. Sel olmasın tamam o şiddette devam etmesin ama en azından az az yağsa..

Daha demin How yazarken yanlışlıkla Howl yazdım ve aklıma Howl's Moving Castle geldi. İzlemem lazım tekrar o kadar özledim yani onu da. Neyse evet çok sıcak geldi şu an yorgan ve laptop. Kalksam yataktan da desktopuma geçsem. Ahahahah ne kadar çok bilgisayarım var lanet olsun. Sabancının hayatımdan çaldıklarına karşılık ödediği bedel. Az veriyosun Sabancı, az. Laptop değil ev alman lazım.


October 30
Dial Meg For Murder
Hastayım. ajshd yani ruh hastası değilim, gerçekten hastayım. Ve seri şekilde iflasa devam ediyor vücudum, korkmuyor değilim. Its as if I'm paying my dues. 1 aydır falan sürekli farklı biyerim sorun çıkardı. Şu an son olarak midemle uğraşıyoruz. Ya üşüttüm, ya virüs aldım dışarda yediğim birşeyden. Ama güzel değil yani. Sürekli bulanıyor. Sabahları. Morning sickness gibi. O kadar iğrenç ki, geçmiyor. 8 de uyanıyorum, ondan sonra 11 e kadar aralıklarla banyoyu ziyaret ediyorum, ama hiç bir aktivite gerçekleşmiyor. 11 den sonra sıkılıp kalkıyorum. Sonra 12 falan oluyor birşeyler yiyebilene kadar. Gün içinde uzanmam gerekiyor aralıklarla. Kabus gibi. Gün içinde yatabilen uyuyabilen bir insan değilim. Bütün gün evde de oturamam. Ama dün bütün gün uyudum. Literally. Bütün gün. Ağır depresyondan beter.

Neyse şimdi sabahki hezeyanları atlattım, iyiyim. Neden bilmiyorum Happily Never After dinliyorum son yarım saattir, yani o kadar süper bir şarkı değil, o kadar duygusal falan da değil, ama ilk 2-3 dinleyişimde gözlerim doldu resmen. Şarkı da hakikaten değse. Neyse ama, heralde bu kadının yapabileceği en iyi şarkı.

Family Guy 3 haftadır yayınlanmıyor. Bu haftasonu da yok. 2 bölüm yayınlamak için 4 hafta yayınlamamak biraz ayıp. Hoş yayınlanacak 2 bölümü de merak ediyorum deli gibi. Ve allahım hala buraya yazdığıma inanamıyorum, ama blogspotu ne zaman açsam çok kızıyorum / üzülüyorum. Yani çünkü yazdığım o kadar şey nası gidebilir ya. Eski nesil insanlara hak veriyorum yani şu olayı düşündükçe. Bir bokluk çıkıyor, tam güven olmaz. Keşke normal deftere falan yazsaymışım diyorum şu an yani. Ama öyle bir alışkanlığım da yoktur, hadi günlük tutayım gibi. Çünkü günlük denince sanki hep düzenli her gün yazmam gerekirmiş gibi geliyor. O da biyerden sonra gözümde büyür benim. Öyle bir yapım var. Arada bir yazmam lazım, insanlar okusun okumasın çok umrumda olmaz. Zaten inanılmaz ilginç aile sırlarımız falan yok, olsa da heralde burda yazmazdım. Rahatım o açıdan.

Hürriyetin internet sitesinde inanılmaz fırtınaya saatler kaldı gibi bir yazı vardı, ama okuduğumda hava resmen günlük güneşlikti, hassiktir lan dedim, ama şu an manyak gibi yağmur yağıyor. Neyse en azından havayı seviyorum. Odamda o kadar çok teknolojik şey çalışıyor ki şu an, kanser olmasam ilerde şaşarım. Yani allah korusun evet ama, desktop açık, yanında televizyon açık, kucağımda laptop var, bütün ışıklarım açık, telefon şarjda, ipodu bağladım o birşeyler çalıyor (happily never after çalıyor hatta da baydım), printer takılı ve açık falan filan... Televizyonu kapadım neyse. Ve August in Bethany'ye geçtim.

Çok üzülüyorum bu grup dağıldığı için. Yani onlara gelene kadar dağılması gereken o kadar çok grup var ki. Çok güzeldi bence. Neyse evet embesil gibi yazmaya başladım, ama gerçekten iyilerdi, potansiyelleri vardı. Juliana Theory iyiydi be.

Rüyamda sanal bebek mi gördüm furby mi gördüm hatırlamıyorum da, o tarz bişi gördüm. Evde hala açılmamış bir tamagotchi (sp ?) var. Açılmamış derken kağıdı çekilmemiş yani. Hahahah onu açasım var, eğer kıçımı kaldırırsam denerim belki. Neden bilmiyorum oldum olası bayılmışımdır. Yani o kadar severim ki, bunu da aldığımda kasadaki adam bana ayı diye baktı heralde. 18 yaşında, ama sanal bebek alan bi tip. Hemde pembe. Neyse, uzun lafın kısası seviyorum evet.

Of bunu niye yazmaya başladığımı unuttum şu an. Bişi için başladım ama unuttum. neyse aklıma gelirse bir entry daha eklerim. HAHAHAHAH işte evet mesela günlük yazsam bunu yapamam. Yani, bir gün = 1 entry benim için günlükte. sjsdfdg neyse tamam..


September 23
But Your Character Can Walk...
Sinirli ve kızgınım, ikisinin aynı anlama geldiğini bilerek arka arkaya kullanacak kadar kızgınım. But that's not why we're here. Gerçi neden HALA burdayım onu da bilmiyorum. Kıçımı kaldırıp blogger accountumu tekrar aktif hale getirmem lazım, ya da yeni bir account açmam lazım artık. Yani insan gerçek hayatta bir şeye üşenir tamam da, internette de üşenir misin be. Tembel. Ayı. Neyse, evet konumuz bu değil. Konumuz bugün Naz Elmas hamfendiyi görmüş olmam. Tam olarak o da değil de, neyse bir yerden bir giriş lazım. Öncelikle şunu söyleyeyim, oyunculuğu çok tartışılır (hatta tartışılmaz) ama kendisi çok güzel. Yani allah için güzel. Hayatımda yapmadığım rezilliği yaparak kızın caddede yanından geçtikten sonra - tanıdığı birileriyle karşılaşmış belli, görüşürüz tamam dedikten sonra ayrıldılar - AY NAZ ELMAS ALLAHIM OHA modunda hadi yavaş yürüyelim diye baskı yapmaya başladım. ve karınca hızıyla ilerlemeye başladık. Önümüzde geçti, sonra biz de öylesine bir dükkana girdik, çıktığımızda yoktu tabii ki. Sonra yandaki dükkana girdik (allahım embesil gibi anlatıyorum ay yarabbim neyse) ve bir anda Naz Elmas karşımda. Yani inanılmaz soğuk bakıyor, -muhtemelen sapık olduğumdan şüphelendi- ve de rezalet giyiniyor, (tanınmak istememeni anlarım, o kot, çanta ve ayakkabılarını anlayamam) ama gerçekten çok güzel. Yani insanların televizyonda bir ton makyajla görüp, sonra normal hayatta görünce aaaee dedikleri güzel değil, hakikaten güzel.

Evet bunu paylaşmak istedim. Çok stalker ve obsesif bir yapım var gerçekten. Lindsay Lohan'ın kapak olduğu Elle UK'den sonra Lindsay'i tekrar kapak yapabilecek bir dergide yazar olarak çalışmak istiyorum ayrıca. Bizde arkadaş olalım. Neden bilmiyorum, son zamanlarda inanılmaz ötesi bir Lindsay Lohan takıntım var. Yani hep severdim beğenirdim, top 5 listimde hep yeri vardı ama, son zamanlarda inanılmaz taktım, hadi hayırlısı. (ne kadar hayırlı olabilirse) Evet noktalamak için de diyorum ki, Labor Pains izleyin.


September 12
Umm, and he's A DOG ?
Cok kızgınım. Eğer telefon kullanamıyorsanız, KULLANMAYIN. Hayır daha ne kadar embesil bir şey olabilir, mesaj atıyorum, arayıp bağırmaya başlıyorsun, BEN YOLDAYIM NASI BAKICAM MESAJLARINABLABLABLA. E bakma ? Nerden bilebilirim, hasta mısın ? Müsayit olunca bak.

Eve geliyorum, telefonumda cevapsız arama görüyorum, arıyorum, TEKRAR bağırıyorsun. " PARK EDİYORUM BLABLALBLA" Seni sikerim. Ayıp. Sonra arayıp mal mal özür dilemek zorunda kalırsın öle.

Evet çok kızdım, çünkü hakikaten haklıyım yani, gerizekalı embesil nerden bilebilirim park ettiğini.

Öf neyse..Yeni blogspot accountu açıcam, üşeniyorum o yüzden hala bu çirkin yerdeyim ay yarabbim çok sevimsizsin. Yağmur güzel, fırtına çıktı. Bende donmuş böğürtlen yiyorum şu an. Hahahahah gerçekten başlık kadar salak ve amaçsız oldu, neyse teşekkürler.


August 21
Wow Meg, you startled me.
Başıma gelen saçma blogspot hatasını araştırdım. Biri daha benzer bir şeyler yazmış, ama çözümünü yazmamış. Zaten hep öyle gerizekalı hatalar çıkar bana, forumlarda falan aratırım, bulurum bende olan hatayı, herkes milyar kere view demiş, ama cevap veren yok. Uyuz. Meg gibi. Hava giderek daha erken kararıyor, sanırım sevinen tek insan benim. 4te 5te karanlık olduğu zamanları iple çekmiyorum, ama yedi buçuk sekiz olunca da kararsın yani. Skinsin çekimlerine pazartesi başlanıyormuş, ama ocak 2010'a kadar başlamıyor 4. sezon. Embesil Amerika'da da 3. sezonun 3. bölümü yeni yayınlandı. Londra'da yaşamak istiyorum şu an, extra olmak istiyorum lan Skins'de. Şaka bir yana Londra'da yaşamak isterdim, her gittiğimde daha çok seviyorum sanki, havası suyu da güzel. Gri. Hayatımda nerdeyse hiç bir şeyde griye izin vermezken, (metaphoricly speaking) en sevdiğim rengin gri olması ne kadar ironik (evet o kadar da değil böyle yazınca çok ezik duruyor) Ama düşününce öyle, genelde çoğu şey ya hep ya hiçtir bende, hiç bir şeyi kararında bırakmam, bokunu çıkarırım. Ne bileyim, yürümeye karar verdim ama yorgunum mesela, hadi 20 dakika olsun derim, 50'den önce bitmez, çok az kitap okuyup yatayım mı dedim, en az iki saat olur, tipik bir kurabiye yemek için gidip bütün kavanozu yiyen insanım. (börek tepsisi değil, cookie jar, çünkü neden, çünkü çok amerikanım.) Belkide uyuz bir terazi burcu olmamın etkisi vardır. Bu kadar siyah beyaz uçlar falan dedikten sonra uzun süredir hayatımın TEKDÜZE, hatta sadece düze gitmesi de komik, duyan da çok inanılmaz uçlarda bir hayatım var falan zanneder. Hayır, sıradan ve hatta sıkıcı denebilecek bir hayatım var, ama yine de contentim, mutluyum. Yani mutlu değilim tam olarak, ama mutsuz değilim, ergen çağlarımı geride bıraktım bu konuda, content kelimenin anlamıyla bana uyuyor şu an. Küçük şeylerle anlık mutluluklar yaşamayı benimsedikten sonra uzun vadeye bakmadıkça çok depresif hissetmiyor insan. Uzun vadede de ne görüyorsam artık, sanki çok kesin. Amaaan neyse benim içim sıkıldı.

Evet satır atlayarak yeniledim kendimi. Çok hissizleştim ya, neden bilmiyorum sanki hiç bir şeye şaşıramazmışım gibi geliyor. Durgunlaştım yani, algılarım köreldi (çok ..... da ondan gibi klasik bir esprimiz vardı, onu yapardım şimdi.) Evlenip boşanmış, işe girip ayrılmış, ne bileyim çok şey yaşamış gibi hissediyorum. Ki öyle zor kötü bir hayatım da olmadı yani. Hatta belki de o yüzden bunları bu kadar irdeleyip salak salak sonuçlara varıyorum. Bir şeyler hissetmem lazım. Hahahasudh ay ama asla HİSSETMEM LAZIM mantığıyla kendini sokaklarda travestilere siktiren, sonra 30 yaşına geldiğinde yazar olup "my first time was with Fiona, but I called him Paul anyway, I just laid there..." gibi cümlelerle başlayan kitaplar yazan insanlardan olamam heralde, neden bilmiyorum çok gülüyorum öyle şeylere. Yani senin anlayacağın biraz boş konuşuyorum, normalde benim gibi birini dışardan görsem siktir lan piç derdim.

Yazıyı okuduktan sonra temasının she needs to get laid big time (by Stewie Griffin) olduğuna (mecazi anlamda yani) karar verdim.

August 20
I'm up in the Woods, I'm down on my mind.
Heralde dünyanın en boş şarkısı, ve loopa aldım nedense. Ya neden buraya yazıyorum, çünkü neden bilmiyorum blogspot beni reddediyor. Yüz yıllık accountuma giremiyorum, şifrede sorun veriyor, anlamadım. Benim de zaten yapıcak işim gücüm olmadığı için bir de windows live alanım olsun dedim. Ama dili ingilizce yapamıyorum, fince bile çıkıyor, ingilizce çıkmıyor, onu da anlayabilmiş değilim.

O kadar sıkıldım ki anlatamam, (zaten sıkılmadığım zamanlarda yazdığım ender oluyor genelde) işin komiği yazacak birşeyim de yok. Of zaten buraya yazasım da gelmiyor, NİYE GİREMİYORUM LAN KENDİ BLOGUMA. Dizilerimin başlamasını istiyorum, eylüle kadar beklemek ölüm gibi. Ayrıca neyi farkettim, insanlar konuşmalarda kullandığım lafları fazla ciddiye alıyor. Almayın kardeşim, ne bileyim, hava çok sıcaktır mesela, "of ölüm gibi kendimi kesicem" derim, garip garip bakmayın. Biliyorum ölümle alakası yok, ve kendimi kesmeyeceğim. Woods'dan sonra Family Guy şarkılarına geçtim, ve şunu farkediyorum Seth MacFarlane'la gerçekten düşünmeden evlenirdim. Mutlu da olurduk diye düşünüyorum, I'm his december bride.

Yalnız yazıya şöyle bir bakınca farkettim de, 13 yaşında depresif ve ergen olarak takılırken muhtemelen daha güzel yazardım. Ahahah o zamanlar tabii dark brooding ve artistic'im. Ama bir efor gösterip daha güzel yazma ihtimalim de vardı. Ha ya da ingilizce falan yazmaya başlayıp karizmatik olmaya çalışıp tam sıçardım, bilmiyorum.

Take me out to place tonight, where the wool knit caps are tight..
Take me out to place tonight where there ain't no cellulite..

Gerçekten anlatamam sıkılmamın boyutunu, uykum da yok, hava çirkin nemli bir hava. alksjdas kendimden nefret ettim ha. Son iki gündür evden çıkmıyorum, zaten cenazeydi bilmem neydi sersemledim iyice, yarın dışarı çıkmazsam sessizce kendimi öldürebilirim. (belki de myspace'e not bırakmalıydım) Ve hala bu yazıyı yollayıp yollamayacağımı bilmiyorum, evet şu ana kadar yazdıklarım da Oscar Wild vecizeleri gibi değil de, bu hakikaten iğrenç oldu. Bi de ısınamadım buraya ya. Eh blogspot...uyuz. Facebook'a yüklemeye çalıştığım resimler var, o da sorun çıkarıyor. Belki de cenabetlik bende ? This is more awkward than having sex with a rhinoceros who doesn't love you anymore.. Why wouldn't you look at me during ?

neyse umarım buraya girdğim ilk ve son entry olur.

See, See What I Did Lois !

I finally did it. Başardım. Üşenmedim ve yaptım sonunda. Long lost accountumu açtım. Ama eski postlarım için hala üzülüyorum. Neyse, giden gitmiş. Blogger açmaya üşendiğim için çirkin msn spaces'e yazdığım yazılarımı buraya geçirsem ne güzel olur. Üst üste çok embesil durur gerçi muhtemelen, ama dayanamıyorum artık. Sürekli go to your space, her seferinde ayarları tekrar gir, yok yazımın fontu şu olsun, boyutu şu olsun, rengi şu olsun. Evet burdan kötülüyorum seni live spaces, sevmedim seni. Her seferinde yapılır mı bir ayar ya ?! Hemde operayı desteklemiyorsun, her seferinde firefox açıyoruz senin için. Bi yere kadar.

Neyse, ben o yazıları da buraya geçiriyim de, bari tekrar bi arşiv başlangıcı olsun. Ulan blogger sende adisin, sildin o kadar postumu ama hadi neyse..

Trial

Test run ?