Sunday 31 January 2010

Just, No.

Back to Family Guy titles.

Bazı kalıplardan, kelimelerden gerçekten hoşlanmıyorum. Sevmediğim insanlara bile söylenmesini istemediğim laflar var. Neden bilmiyorum, küfür etmeyen biri değilim. Ama gerçekten bazı tabilere dayanamıyorum. Son zamanların en popüler lafı "gideri var" da bunlardan biri. Gideri var diyen kız zaten düşünemiyorum da, (varsa ölebilir şu an) karşımdaki erkeğin bana başka bir kızdan bahsederken "ya güzel kız değil de gideri var" demesi bana çok itici geliyor. Kesekağıdı desen daha az offensive olur, ciddiyim.

Başka ne var. "Ele gelmek"ten oldum olası nefret etmişimdir, ve işin acıklısı bunu kullanan kızlar da olması. Ciddiyim, ahlak bekçiliğiyle falan alakası yok bahsettiğim şeyin, sadece çok kötü duyuluyor. Ha çok sinirlenip yarrak deyince de güzel duyulmuyor tabii, ama küfür o. Yani onun belli bir amacı var. Ki bazı insanlar konuşmanın arasına iyi serpiştirir küfürü, yakışabilir yani. Zaten her saniye ana avrat küfreden biri normal değildir muhtemelen. Low to milddan bahsediyoruz.

Hmm daha ne var nefret ettiğim, vardır muhtemelen bir sürü şey de şu an aklıma gelen en itici bu iki tabir. Rica ediyorum karşınızdaki kıza konuşma içinde bile olsa gideri var demeyin. Gideri var ne ya rezalet.

Thursday 28 January 2010

I Wanna Take You To A Gay Bar

Tekrar L Word izliyorum, çeşitli platformlarda da etkileri görülüyor zaten. L Word izlediğimi söyleyince aldığım tepkiler çok ilginç oluyor genelde. Lezbiyen misin ? Gay misin ? Hiç bir kızla öpüştün mü ? Bla bla bla. İnsanlar ne kadar dünden hazır. Kesinlikle "ay insanlar her şeye etiket yapıştırıyoooeassld" geyiğine girmek istemiyorum, çünkü gerçekten kendine belli etiketlerin yapıştırılması için inanılmaz çaba sarfeden insanlar var. Ve sonrasında yine bu insanlar bok atıyor, "bana etiket yapıştırma" diyerekten. Bundan bahsetmiyorum, bahsettiğim şey daha basit.

L Word diyordum evet. 2. Sezonun başındayım daha. Bir itirafta bulunmam lazım, Carmen'i asla sevemedim. Sevmiyorum. Kıskanmak da değil olay, mesela Sheri'yi çok severdim. Molly'yi de çok severdim. İkisi de Shane'le birlikte olsa ağzımı açmazdım. Ama Carmen'i sevmiyorum. Gerizekalı gibi başta Jenny'le birlikte olması olabilir. Behlül misali sadece karşı tarafın gönlü olsun diye insan sikilmez.

Jenny hakkında çok ilginç bir şey farkettim, ben bu diziyi tekrar izledikçe bu kıza olan sempatim artıyor. İlk izlediğimde gerçekten sevmemiştim. Çok dramatik olmasını geçtim, boş gelmişti. İnanılmaz kompleks görüntüsü verilmeye çalışılmış, fakat malesef soru sorulduğunda otuz yedi saat bakmaktan başka bir şey söyleyemeyen kız olmuştu. Ama tekrar tekrar izledikçe daha çok ısındım nedense. Belki ben büyüyorum ? Belki.

Daha sadece 2. sezonda olduğum için çok yorum yapamıyorum, Bette'i seviyor muyum sevmiyor muyum belli değil. Hak vermiyorum hiç bir şekilde, Tina'ya zaten sinirlenmem söz konusu değil, herhangi bir suçunu görmedim. Yoksa her iki tarafın da yanlışları vardır.

Alice'de hiç bir zaman sevemediğim insanlar kervanına dahil. Gerçekten insanların nasıl en sempatik karakter falan bulduğunu anlamıyorum. Nesi sempatik ya ? Am I missing something, bildiğin itici.

Saat 11 olmuş. Bu iğrenç günün bitmesine az kalmış. Güzel. İzledikçe bunları yazmaya devam ederim ben.

We Have Got To Take Cover, Brother

Hep sevmişimdir bu şarkıyı. Zaten bence çok sevilesi bir şarkı, kolay sevilir. Bazı şarkılar öyle ya. Ayağa düşen şarkılardan bahsetmiyorum ama, ayağa düşebilir de düşmeyebilir de. Sadece sevmek kolay. Herneyse, yine inanılmaz alakasız bir giriş oldu. Gerçi yazdıklarım da çok alakalı değil de neyse.

Moru sevmememe rağmen, çoğu şeyim mor. Acaba seviyor muyum ki ? Hah, ama gerçekten. Alakalı alakasız mor eşyalarım var, ve ben ısrarla sevmediğimi iddia ediyorum. Geçmişime dayanan bir şeyler var mı ki..

Çok mutsuzum bugün. Gerçekten mutsuzum ama, sıkılıyorum içim baydıa değil. Sakin bir mutsuzluk, en kötüsü bence. Ağlamıyorsun, gayet kabullenmişsin. Beklentin yok, mutsuzluğunun kaynağını bile araştırmıyorsun. İçten içe zaten bildiğin şeyler çünkü. Değiştirmeye çalışacağına söz veriyorsun her seferinde. Her. Seferinde. Ama yine içten içe her şeyin aynı kalacağını da biliyorsun. Ne kadar değiştirebilirsin ki zaten. Bir gün, bir hafta, bir yıl. Ne olursa olsun bir şekilde buraya döneceğini biliyorsun. Nefret ediyorum senden. Nefret ediyorum gerçekten.

Yeterince içiniz karardı mı ? Tamam o zaman teşekkürler.

Tuesday 26 January 2010

Eee. Haklısın.

Evet tekrar çıkmam lazım. Biliyo musun, haklısın gerçekten hayat kurtaran bir laf. Çok kullanışlı. Hiç takmadığın birine söyleyebilirsin, susması için. Kavga ettiğin birine söyleyebilirsin, daha çok delirsin diye. Sevdiğin birine söyleyebilirsin, kırılmasın diye.

Gerçekten güzel. Aşkı memnuyla ilgili yazmak istiyorum aslında da sözlüğe saklıyorum dediğim gibi. Bitirdim hepsini, L Word izlemeye başlıyorum tekrar. Çok uzun zaman oldu izlemeyeli.

Katherine Moennig diye beyin sikmek istemiyorum, ama ona ayrı bir post da adamam lazım. Bunu gelince yapsam daha hoş olur. Spora, sonra kuaföre gidicem. Sonra da arkadaşımla buluşucam. sljdfasdjflkdsf oha ikinci sınıf günlüğü gibi oldu hahah çok fena.

Acaba saçımı daha da açtırmaya ikna edebilir miyim ? Saçımı daha da açtırıp gelince annemin farketmeme olasılığı nedir ? Bunların hepsini ben eve gelince öğrenebilirsiniz. Ayrıca ayın 26sı olmuş. Can you believe that ? Şunu farkettim, arada ingilizce yazınca bana garip gelmiyor ama sanırım dışardan okununca çok garip duruyor. Hayır normal hayatta böyle konuşan biri değilim. Ama belli başlı şeyler ingilizcede daha rahat anlatılıyor. Biliyorum türkçe çok daha geniş zengin bir dil bla bla ama (bak bla bla dedim mesela) bazı şeyler ingilizce yerleşmiş. Okuldandır muhtemelen.

Karlar eriyor. Her yer iğrenç olucak, çamur. İçim sıkıldı ay kendi yazdıklarımı okuyunca. Neyse gidiyim. Umarım spor salonundaki korkunç teyzeyi görmem. Ona post değil blog adamak lazım. 950 kilo olup pembe work our gear giyen teyze. Nike reklamlarındaki kızlara falan özendi herhalde, ama bize de yazık.

Monday 25 January 2010

Aşk-ı Memnu'yla Başlayan Post.

Aşk-ı Memnuyla başlayan post, çünkü çok şey var yazmak istediğim, ama tek düşünebildiğim aşkı memnu şu an. (sürekli imlaya uyara Aşk-ı Memnu yazacağımı düşünmediniz heralde.) Televizyonda yayınlanırken, her on dakikaya yirmi dakika reklam düştüğü için aylardır izlemiyorum. İzlemiyordum ama indiriyordum hepsini, dün manyak gibi izlemeye başladım. Aylardır dediğim de çok olmamış yani, 54.bölüme geldim hemen.

Dün arka arkaya 4 bölüm izledikten ve 3.30ta yattıktan sonra, akıl sağlığımın yerinde olmadığına iyice ikna oldum. Ama bu beni gözlem yapmaktan alı koymadı.

Normalde sözlüğe yazıyorum bu tarz aşkı memnu gözlemlerimi, ama şu an formatla falan uğraşamam. Bi de bütün bölümleri bitirip topluca kusmak daha güzel. Benim betimlemelerim de çok güzel ayrıca.

Neyse. Öncelikle geldiğim yere kadar, Nihal'e acımaya başladım. Çiftlik hayvanı, sağılmamış inek falan diye çok alay ettim ama şu aralar gerçekten acıyorum. Yazık yani, salak salak şeylerle dolduruyolar kızın kafasını, o da o kadar gerizekalı ki inanıyor her şeye. Ayrıca dikkatimi ne çekti. Bu kızın hiç mi arkadaşı yok ? Tamam eskiden de çok sosyal değildi de, Pelin mi ne vardı bi tane. Şimdi o da yok. Bütçe kısıtlamasına gittiler sanırım dizide, Nihal'de dünyanın en socially awkward insanı oldu. Zaten konuşamıyordu, şimdi iki kelimeyi bir araya getiremiyor. Yazık.

Bihter. Bihteri seven ender kızlardanım, (seven erkek sayılmaz. hatta aşkı memnuyu izleyen erkek varsa ölsün lütfen) ama son bölümlerde o da inanılmaz uyuz etmeye başladı. Acilen mood elevatorlara başlaması lazım, yoksa olmaz böyle. Sen delir, saksıları falan parçala sonra garip garip Behlül'ü tacizler falan. Bi de hasta gibi beni düşünmüyosun demedin mi, orda bittim. Bihter yediğinde yemediğinde her yerinde, ne gibi bi derdin var allasen ? Hı ?

Behlül'e de acıyorum. Ama çok güldürüyo beni aynı zamanda. Kızın gönlü olsun diye sikecek sanırım sonraki bölümde. Hahahah sevaptır.

Ve tekrar söylemeden dayanamıyorum, Cemileden ayrı Beşirden ayrı nefret ediyorum. Umarım beşirin gemisi batar, cemile de haberi alıp mutsuzluktan ölür.

Neyse, daha 4 bölümüm var, bakalım neler olacak. AYRICA Nihal o piyano çalarken giydiğin elbiseyi iğrenç mezuniyet elbisen yerine giyseydin belki Behlülle gerçekten bişiler olabilirdi. Bi de o odanın yeni hali nası çirkin ya ? Büyüdün de bu odayı mı yaptırdın abi of.

Birazdan giyinip, spora gideceğim. Başlamak için böyle bir havayı seçmem soru uyandırmıyor değil. Belki zaten zor olan şeyleri daha da zor hale getirme eğilimim vardır. Zaten üşeniyor muyum ? O zaman başlamak için kar fırtınasını seçmeliyim.

Postu bitiremiyorum ay. Katherine Moennig'in twitterı beni o kadar delirtiyor ki başka bir şey düşünemiyorum (yalan. ama önemini vurgulamak için böyle dramatik olmam lazım) Gerçek hayatta görsem kalp krizi geçirip ölürdüm muhtemelen. Bunu bazen düşünüyorum. Çok sevdiğin, aşık olduğun, taptığın bla bla bir celebrityi, gerçek hayatta görsen ne yaparsın ? Ne diyebilirsin ? Sadece imza alıp resim çektirmek daha çok koymaz mı ? Bana koyardı. Asla ve asla "şu an görmediğin için böyle söylüyorsun" değil olay. Gerçekten çok koyardı o kadar sevdiğim birinin gözünde diğer milyar tane fanle aynı kategoride olmak.

Hala yazacağım çok şey var. Ama saat 17.11 olmuş. Hazırlanıp çıkmam en az 17.20. Sporda olmam 17.35-17.40. Spordan çıkmam 19.20 falan en iyi ihtimalle. Sonra eve gelmem. Di mi çok gözümde büyüdü şu an ama napıcaksın. Gözümün önünde ya kıçım büyüyecek, ya da spora gitmek. Kıçımın korkusu daha ağır basıyor şu an, o yüzden gideyim en iyisi. Ayrıca da bunları yazana kadar 17.13 olmuş. Yemin ediyorum alışkanlık haline getirdim bir yere yetişmeden önce buraya yazı yazmayı. bak 17.14. Ay neyse, hadi gittim ben.

Tuesday 19 January 2010

Something Better

Ay blogumu açtığım anda korkunç travesti Heidi'yle karşılaşmak istemediğim için sevdiğim birinin resimlerini de atmam gerektiğine karar verdim. Birazdan aşkım sevgilim Willa'nın resimlerini göreceksiniz. Evet, OC'deki Kaitlin kendisi. Benim dışımda bir sürü insanın da vardığı kanıya göre doğuştan "it" factor var kızımızda. Ya da ben çok seviyorum bilemiyorum. 91 li ayrıca. Oha di mi evet.

Biraz camera whore olsan da çok şirinsin.


Transvestite ?




Ben bi de beğenirdim peki bu kadını eskiden ? Tamam dünyanın en salak insanlarından biri falan filan ama güzeldi yani. Mesela alttaki resimde. Tamam not the best picture, ama az çok fikir veriyor. Üzüldüm diyemiyorum yani çok da skmde değil açıkçası da, yazık olmuş.


Want.

Çok fazla şey istiyorum biliyorum. O istediğim şeyleri gerçekleştirme yolunda atmadığım adımlar ise göz yaşartabilir. Gerçek hayatta beni tanıyıp, yanımda bulunan insanlara inanılmaz saygı duyuyorum bazen gerçekten. Yani bazen düşünüyorum, ben olsam kendimi boğardım. Kimi zaman yaklaşıyorumda. (aha bi gün intihar edersem, bu yazıyı bulup AY NASI ENGELLEYEMEDİK diyebilirsiniz, dedirtebilirsiniz) Ama gerçekten whihe whine whine mope mope mope durumundan kurtulmam lazım.

Bir sürü şey var yapmam gereken, ama hiç birini yapmıyorum. Kafamı toplamam lazım. Kendime çeki düzen vermem lazım. Falan filan. Ne kadar ciddi ve iç karartıcı bir post oluyor di mi.

1 ay var önümde her şey için. Yaptım yaptım, yapamadım, bilmiyorum. Of giderek daha emo ve daha gerizekalı bir post oluyor, en iyisi bunu burda bitirmek.

Blog, ne iş ?

Bloguma bakarken farkettim ki, (even kendi bloguma bakıyorum arada, bakiym nasıl duruyor diye. çok takıntılıyım ya o yüzden) şunu farkettim, yorum gelince bana haber gelmiyor lan ?

Ben hasta gibi sürekli view blog mu diyecem lan ?! Şimdi mesela artık cevap yazmak istediğim şeylere yazamam, çünkü üstünden o kadar zaman geçmiş olacak, ve yazarsam gerizekalı gibi görünücem. Oha bu kadar yıl düşündü bunu mu yazdı lan tam ezik gibi bir durum olucak.

Blogger, beni içine düşürdüğün şu durum laf diil. Utan biraz.

Sunday 17 January 2010

fakdisşit.

Dün 9da yatıp, bu sabah 11de uyandım, hala uykum var. Bana ne yaptın sabancı ? Şaka yapmıyorum, ben eskiden zinde ve dinç bir insandım, sümük gibi bişi oldum sınavlar sayesinde. Uyumaya gücüm kalmadı, öyle söyliyim. Uyuyamicak kadar yorgun hissediyorum kendimi.

Ayrıca buraya gramer olarak düzgün yazıp yazmamak konusunda çok arada kalıyorum, bunu da belirtmem lazım. Ama o kadar boş şeylerden bahsediyorum ki, düzgün yazmak onlara hakaret gibi. Ya da tam tersi işte.

Son zamanlarda içimde inanılmaz bir sigara içme isteği var. En son lise 2'de sigara içmiş olduğum için biraz garip geliyor haliyle, inanılmaz sıkıntıma bağlıyorum. Gerçekten çok aşırı derecede sıkıldım bu son zamanlarda.

Pazar günlerinden nefret ediyorum. Ama öyle böyle değil, anlatamam nefretimi. Pazartesi sendromu da değil. Pazartesileri okula gitmiyorum. Zaten şu an tatildeyim, neden pazartesi sendromu olsun ki. Ama iğrenç işte pazar günleri. Hatta bu gidişle eminim uyku saatlerimi arttırarak pazar gününü aradan çıkarabilirim.

Ayrıca çok manyak rüyalar görüyorum son zamanlarda. Pek hayra yormuyorum ama neyse. Bir sürü şey geliyor aklıma yazmak istediğim, buraya yazmaya başlayınca unutuyorum. Ya da başka postta yazarım diyorum. Ve işte şu an yazdığım gibi sik gibi şeyler çıkıyor ortaya.

Hala Vampire The Masquerade oynamak istiyorum, oyunu indirdim ettim, ama sanırım cd haline getirmem içn ayrı bir program falan lazım. Zira abuk bir formatta. Daemon tools bilmem ne öyle şeyler vardı mount image falan diyorduk da eskide kalmadı mı onlar ya. Daha ilerlemedik mi ?

Wednesday 6 January 2010

Oh You're the Worst Type of Person.

Stewie az söylemiş. Drama dersinde -öyle acting yok ama, paso play okuyoruz- Waiting For Godot'yu okuduk.

Ve ben yine bazı insanların düşüncelerinin ne kadar salak ve yanlış olduğunu gördüm. İnsanları küçümsemealayetmeblablabla gibi şeyleri zaten yıllar önce geride bıraktığım için gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki, hayır her düşündüğün şey doğru değil. Hayır, her oyunu istediğin gibi interpret edemezsin.

Kağıt yazmamız gerekiyordu üzerine, okumadan özetle, internetten bulduğum bir iki bir şeyle olduğu kadar yazdım, sonra bugün gelince eve okudum kitabı. Hoş, okumasaydım da eminim okuyan gerizekalı kitleden her zaman daha çok anlamış olacaktım evet. And yes I'm that conceited.

Kızın biri oyuna "hopeful and positive" -isim vermiyorum, çünkü zaten adını bile bilmiyorum. you are that insignificant.- yakıştırmasını yaptıktan sonra okumam gerektiğine karar verdim. Hayır acaba ben mi algılamadım, okuyunca çıkar mı bir şeyler diye.

Ve diyorum ki, 45 dakikamı zaten içten içe bildiğim bir şey için harcamış oldum. Ha oyunu okudum tabi tamamaen boşa gitmiş sayılmaz.

Ama oha. " I waited for Godot to come in the end and I think it was hopeful " du tam cümlesi hatta sanırım. Abi sen komple gerizekalısın o zaman. Zaten üniversiteye gelmişsin, drama alıyorsun, ve eğer Godot'nun gelmediğini bu yaşa kadar bilmiyorsan öl. Okumasan da insan bilir be.

Neyse, onu geçtim, hiç duymadın diyorum, romanın ilk 20-30 sayfasından sonra hala geliceğini düşünüyorsan yine gerizekalısın.

Hadi peki. Bütün romanı okudun, gelmedi. Sen bu romana "hopeful" diyebiliyorsan yine gerizekalısın.

İki tane yaşlı adamın asla gelmeyen birini beklemeleri, intihar etmeye bile cesaret edememeri, ve muhtemelen bütün hayatlarını asla gelmeyecek birini BEKLEYEREK geçirmeleri senin için pozitif ve umut verici bir şeyse, bizim okula nası girdin ? kaç puanla girdin ?

Yok yok çok salak var. Hakikaten.

ilycmylmz.

Dayanamadım, bir şeyler yazmam lazım, sözlüğe format gereği bütün içimi dökemiyorum, o yüzden buraya dökmeliyim.

2 gün önce falan Yahşi Batı'ya gittim. Öncelikle gerizekalı ya da kompleksli değilseniz film kötü değil bir kere. Ha katıla katıla gülebilirsin de, tebessüm de edebilirsin, ama film güldürüyor.

İnsanların gereksiz bir "abi cem yılmaz sıçsa gülerim diyen kitleden olmamalıyım hiç komik diil zaten" düsturu olduğu için olsa gerek, bin tane saçma salak eleştiri okudum gitmeden önce. Ha benim işim gücüm yok mu bende bilmiyorum ama yokmuş demekki. Neyse, bende merak içinde gittim, allah için Arog'da bile bu kadar kötü eleştiri yoktu, ki Arog bunun yarısı kadar bile iyi değildi.

Osurup geğirip sıçan Recep İvedik'e bu kadar gülen insanları çok da bağlamamasını anlıyorum, gerçekten -ve THANK GOD- çok farklı kategoriler. Ama sen ikisini aynı kategoriye koyma be. Oha. Nerenle izledin.

Küfür olayına girmek bile istemiyorum artık alay konusu oldu, "çok küfür vardı". Evet aile çay bahçesi değil zaten, ayrıca çok da küfür falan yoktu. Çok küfürden kasıt nedir zaten, filmde toplasan 5-10 kere ya küfrediyorlar ya etmiyorlar. Kaldı ki -gerçekten gözlemledim bunu- yurdum insanı altyazılı filmlerde fuck motherfucker cocksucker cunt gibi laflar duyunca etkilenmemesine rağmen, "ananıskim" duyunca gerçekten HAHAHAHAHAHA diye gülmeye başlıyor. E şimdi napıcaksın ki buna ?

Onun dışında Türk sinemasını geriye götürüyor diye gerzek bir yorum da okudum, ya ne alakası var. Türk sineması sanki her sene oscarlardan ayrılmıyor da Cem Yılmaz geri mi götürmüş ? Bi git allasen.

Bilmiyorum kısacası, Cem Yılmaz'ı çok severim, ayrıca da film komik lan işte. Did you mean Garfield ?

Sunday 3 January 2010

Something To Sing About

Disclaimer : This will be a boring post about my love for vampires, excluding Twilight.

Hah evet disclaimerımı verdikten sonra rahatlıkla beyin sikebilirim. Ne de olsa bloggerın beyni bile yok. Cümlelerimden yola çıkarsak ben de çok ilerde değilim. Son günlerde nerden esti bilmiyorum ama inanılmaz derecede Buffy izlediğim günleri özledim. Yani muhtemelen hayatımda en çok sevdiğim / committed olduğum diziydi, hands down, ama şöyle bir gerçek de var, bende çok daha mutlu ve sorunsuz biriydim o zamanlar. I feel like it's come back to bite me in the ass. Ama neyse duygusal olmayacaktı bu post, kişisel çözümlemelere de girmek istemiyorum.

Bütün bölümler var elimde aslında, oturup izlemeye başlasam güzel olur. Ama biliyorum ki o eski hazzı vermeyecek. ve ben normalde duygusuz bir odun olarak nedense böyle şeylere çok üzülen gerizekalı yapım yüzünden daha da kötü hissedicem. Bu cümle de güzel oldu. Ama gerçekten nefret ediyorum sevdiğim şeylerin değişmesinden. Onun adı büyümekblablalbla geyiklerini de duymak istemiyorum, ondan bahsetmiyorum. Eğer büyümekse de şu an o kadar boktan bi dönemden geçiyorum ki peter pan sendromu tavan yapmış bir ruh hastası olmayı tercih ederim. Eminim benden mutludur.

Oha ayrıca vampirler dedim nereye geldim neyse. Buffy'de asla karar veremediğim şey Spuffy mi yoksa Bangel mı ikilemi olmuştur. (Lanet olsun bu jargona, ama uzunlarını yazmak gerçekten kastı şu an. Bunları nası yazıyorum hiç bir fikrim yok). Kendim için seçecek olsam saniye düşünmeden Spike'la mutlu mesud bir hayatımız oldurdu, ama Buffy ve Angel diyince de daha legendary, daha holy bir sevgi canlanıyor aklımda. Aynı Eric Sookie Bill üçgeni gibi. Ve bir sahne vardı, muhtemelen 6. sezonun başları, Buffy'nin mezardan gelip de daha oriented olamadığı dönemde, bir şeyler söylüyordu Spike'a, Spike'da bakıp bakıp "that works out nicely then" diyordu. O NEYDİ. İnanılmaz aklıma takıldı. Teker teker bölümleri izlemeye üşeniyorum, ve google'a "buffy spike that works out nicely then" yazacak kadar da gerizekalı değilim contrary to belief. Tek hatırladığım çok sevdiğim bir sahne olduğuydu. Ay bunu söyleyince aklıma "every night I save you" geldi. Ya da 7x22 Touched'da Spike'ın o konuşması. Evet duygusal olan her sahneyi yazmayı planlamıyorum 7 sezon boyunca geçen, ama Touched baya baya güzeldi.

Evet yakında izlemem lazım tekrar, çok özlemişim. Ayrıca vampir vampir derken yine geçenlerde aklıma Vampire The Masquerade : Bloodlines geldi. Onu da bulup indirip oynamak istiyorum. Malkavian bir vampir yaratmak istiyorum. Bu huyum çok kötü yalnız, sürekli aynı şeyi yapıyorum. Simstede öyledir mesela, çok güzel bir kız yaratırım, ama o neighborhoodda milyar tane aynı kız vardır. lskadfj farklı karakterler yaratmayı denesem güzel olabilir. Ama Jeanette varken başka bişiler yaratmak içimden gelmiyor. Hoş oyuna başlasam the oceanview hotel (ya da böyle bişi ? hatırlamıyorum) i nası tek başıma oynarım hiç bir fikrim yok. Gerçekten ödlek biriyim bilgisayar oyunlarına gelince.

Hahahah bu kadar vampirlerden bahsedip True Blood'dan bahsetmesem ölürdüm, ama diyebilecek neyim kaldı bilmiyorum. Haziran olsun. Kitapları gayet güzel ayrıca, Twilight'la alakası yok. Twilight'da biraz bok yoluna gitti, insanlar bu kadar abartmasa bende bu kadar sarcastic yaklaşmazdım muhtemelen.

Evet bitiriyorum. Bu kadar gereksiz bir post üstüne bir dahakini Oscar Wilde üzerine falan yazmam gerek artık dignitymi birazcık olsun kurtarmak için.