Sunday 29 November 2009

Long Time No See.

Uzun zamandır yazmamışım. Sürekli bir yazma fikri var aklımda da denk gelmedi bir türlü. Neyse, inanılmaz derecede True Blood obsessionı yaşıyorum şu an. Bir yerden sonra bölümler öyle yerlerde bitmeye başlıyor ki, devamlı izlemek zorunda kalıyorum. Ve hayatımda bu kadar güzel introsu olan çok az dizi izledim. Dexter izlemememe rağmen introsuna cok saygı duymuşumdur, True Blood'a taptım. Tek sorun Anna Paquin işte. Ama onu kapatacak bir Stephen Moyer, bir Ryan var neyse ki.


Family Guy'ı çok merak ediyorum, önceden okuyup beklediğim bir bölüm. Bir de önceki bölümü O KADAR sevmiştim ki, sekizinci sezonun ilk 2sine rahat girer, hatta 7nin de ilk ikisine girerdi muhtemelen. Family Gay'in yerini ayırısak. Hala aynı sahneleri izleyip gerizekalı gibi gülebildiğim tek dizi muhtemelen. Keşke DVDleri otistik gibi yarım yarım yayınlamasalar. Box set alıcam, hangisini alsam karar veremiyorum. Ne de olsa devam ediyor, ve bir sonra çıkan box seti de almak isticem o zaman. Sezon sezon toplamak da cazip gelmiyor. O kutuyu istiyorum üstünde bütün aile üyeleriyle.


Ayrıca dün Naz Elmas'la konuştum. ÇOK beğendiğim biri olduğu için benim için önemliydi doğal olarak, ve hakikaten çok güzel ya. Güzel yani. Leighton Meester'ın kemikleri olanı gibi. Artık hayatımın sonuna kadar caddede takılmaya karar verdim. 2 kere gördüm kendisini orda, birinde yalnızdı, konuştuğumda annesiyleydi. Suadiye Starbucksta kamp kurabilirim. İşte düşün mesela, sen burda Naz Elması falan görebiliyorsun local yerlerde, elin herifi Finlandiya'da Ville'yi görüyor. Yani adaletine sıçayım dünya. Neyse, en azından Naz Elmas'la karşılaştım, Bülent Ersoy'da olabilirdi. Ama çok kararlıyım, Finlandiya'ya gidip Tavastia'da beklemem lazım. Denemekten ne gibi bir zarar gelebilir, evini de biliyorum, olmazsa evinde beklerim. Tabii hiç bir işimin gücümün olmadığı ve mütemadiyen para sıçtığım bu senaryoda ailem de sorun yaratabilir. Olsun, azmin elinden bir şeyin kurtulmayacağına inananlardan olarak denemekte fayda var. Ne de olsa dünyaya bir kere geliyorsun. So drown in my love. Evet.

Ewan McGregor'un sesi NE KADAR GÜZEL olabilir. Gerçekten albüm çıkarması gerken oyuncu. Özür dilerim ama Leighton Meester'ın çok önünde en azından. Hatta çoğu albümü olan şarkıcının da önünde de neyse.


Sims 3 Word Adventures aldım. Yüklemeden önce çok paniktim, çünkü malum her yükleyen sorun yaşadığı için. Ama korkunun ecele faydası yok diye yükledim, thank god thank god thank god oynayabilen şanslı azınlıktayım. Ama daha oynama fırsatı bulamadım, her seferinde evden çıkıyor oluyoruz.


Evden çıkmak derken, son bir iki günün nasıl geçtiğine inanamıyorum. Şöyle ki, babamın evde olması ve ailece bir şey yapmak son zamanlarda o kadar büyük bir sorun haline geldi ki. Ki hadi %70'i benim uyuzluğum olsun. Neyse, son bir iki günümüz baya iyiydi, knock on wood. Kavga dövüş olmadan bu kadar zamanı bir arada dışarda geçirmek bir başarı. Annemle hayatımın sonuna kadar dışarı çıkabilirim sanırım, dükkanlara bakıp bir yerde (ne starbucks mı, evet) kahve içebilirim. Ama bunlara babam dahil olunca doğal olarak garip oluyor. Ki kız olarak da ona hak veriyorum aslında, yani bende gidip kadın kıyafetlerine saatlerle bakmak istemezdim. Haksızlık ediyorum, sesini çıkarmıyor bi de adam. Ayrıca burası da özür mektubu gibi bir şey oldu şu an. Ölürsem bu blogu bulup mutlu olabilir. De bu paragrafı bitirsem ne güzel olacak. Hatta postu da bitirsem, boku çıktı. Evet. I remember specifically what we were doing.

No comments: